Birleşmiş Milletler 76’ncı Genel Kurulu'nda Paris Anlaşması'nı onaylama planını duyuran Türkiye, iklim kriziyle mücadelede yeni bir sayfa açıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan BM Genel Kurul Salonu'nda yaptığı konuşmada, “Paris İklim Anlaşması'nı yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde Ekim ayı içinde Meclisimizin onayına sunmayı planlıyoruz” ifadesini kullandı.
Üç önemli başlıktan biriydi. Bu açıklama, ABD'nin iklim finansmanı taahhüdünü iki katına çıkarma ve Çin'in diğer ülkelerde kömür santrali yatırımlarını durdurma kararıyla birlikte BM Genel Kurulu'nda iklim değişikliğiyle mücadele kapsamındaki üç önemli başlıktan biri oldu. Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışını 1.5 dereceyle sınırlandırma hedefiyle Aralık 2015'te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21’inci Taraflar Konferansı'nda kabul edilmişti. Türkiye'nin 22 Nisan 2016'da, 175 ülkeyle birlikte imzaladığı anlaşma, 4 Kasım 2016'da yürürlüğe girmişti.
Hâlihazırda taraf 197 ülkenin imzası bulunan anlaşma; Eritre, Irak, İran, Libya, Yemen ve Türkiye olmak üzere altı ülkenin meclisinde onaylanmamıştı. Türkiye, anlaşmanın gelişmiş ülkeler kategorisini oluşturan Ek-1 listesinden çıkarılmayı ve gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer almayı talep ettiği için bugüne kadar anlaşmayı onaylamamıştı.
Çin, kendi ETS’sini Temmuz ayı içinde kurmayı başardı.Yeşil Mutabakat gündemi bu yılın Temmuz ayında açıklanan Fit for 55 paketi ile birlikte somutlaşmaya başladı. Fit for 55 ile AB’ye ithal edilen ürünlerin sınırda nasıl bir karbon uyumlaştırması mekanizmasına tabi tutulacağını görmüş olduk. Kendine ait ‘Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)’ olanlar, karbon emisyonlarını zaten bir biçimde vergileyen ülkelerin tahsil ettiği vergiler, ithal mal AB’ye girerken mahsup edebilecek. Ama ilgili ülkede böyle bir düzenleme yoksa vergi doğrudan sınırda AB’ye ödenecek. Bu düzenlemenin en çok etkilemesi beklenen Çin, Temmuz ayında kendi ETS sistemini kurup, işletmeye başlayarak adım attı. Böylece AB’ye ithal edilen ürünlere konacak vergiyi kendisi toplamak için ilk girişimi başlattı. Çin’de ETS halen 2 bin 600 firmayı kapsamakta. Ama zamanla kapsamının genişlemesi bekleniyor.
Türkiye’nin ETS konusunda somut bir icraatı bulunmuyor. Türkiye ise Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nı açıkladı. Yıllar önce kurulmuş olması gereken Yeşil Mutabakat Çalışma Grubunu da nihayet kurdu. Ama henüz ETS konusunda somut bir icraat bulunmuyor. Türkiye iklim değişikliği gündeminin Yeşil Mutabakat ile harekete geçtiğinin farkına biraz geç varmış gibi görünüyor. Paris İklim Anlaşması konusundaki gecikme de bunun bir yansıması.
Görünen o ki Çin dünyanın gittiği yönü ve zamanın ruhunu bizden daha iyi kavrayıp, takip ediyor. “Bu Batının bir oyunu” deyip bahane aramak yerine değişime adapta oluyor. Atlantik’in iki yakasında yeni bir ticaret bölgesi şekilleniyor ve Çin değişene intibak ederek, pazarlarını korumaya çalışıyor. Küresel ekonominin ayrılmaz bir parçası olduğunu gösteriyor.
Rekabet gücümüz olumsuz etkilenecek. Türkiye’nin ise Fit for 55’e uyum kapsamında 2026’dan itibaren yıllık 771 milyon euro vergi ödemeye başlayacağı tahmin ediliyor. Demir-çelik, alüminyum, çimento, enerji ve gübrede ton başına verginin 50 euro olacağı varsayılıyor. Bunu tüm sektörlere genişletirsek AB’ye ödememiz gereken vergi yaklaşık 2 milyar euro’yu bulacak. Üstelik karbon maliyeti güncel AB ETS fiyatlarına göre belirlenecek. Fiyatlar 2021 yılı başında 30 euro civarındaydı, bugün 60 euro’nun üzerinde.
Bunun etkisini ihraç mallarımızın fiyatının artmasıyla birlikte rekabet gücümüze olumsuz yansıması şeklinde göreceğiz. İşte Çin bunu nasıl yöneteceğini düşünerek, 2017 yılından beri hazırlıklarını sürdürdüğü ETS’yi işletmeye başladı. Çinliler ilk aşamada kömür ve doğal gazdan elektrik üreten 2 bin 600 şirketi, kurulan ETS içine aldıklarını açıkladı. Kirletenler artık karbon emisyonu için ton başına 7.5 dolar gibi bir ücret ödeyecek.
Ticarette standardı belirleyen artık pazarı da kontrol edecek. Türkiye AB ekonomisinin ayrılmaz bir parçası. İhracatımızın yarısından fazlası gelişmiş piyasalara gidiyor. İhraç mallarımızın kompozisyonu dikkate alındığında başka pazar bulma ihtimali pek mümkün görünmüyor. Zira böyle alım gücü ve geniş pazar kolay bulunmuyor. Türk sanayiinin teknolojik sıçrama yapma kabiliyetini koruması için bu pazarlarda yer almaya devam etmemiz gerekiyor.
Dolayısıyla AB kendi ekonomisini yeniden yapılandırıyorsa, Türkiye’nin AB ekonomisine entegrasyon biçimini de yeniden düşünmesi buna adapte olacak adımları atmasına ihtiyaç duyuluyor. Eğer bir an önce kendi mallarınız için karbon ayak izi hesaplamaya başlamazsak, onların hesabını kabul etmek durumunu yaşayacağız. Üstelik bu mesele sadece ilave karbon vergisiyle sınırlı değil. Ürün standartları yeniden yazılıyor. Yeni ürün standartları içinde karbon ayak izi olmazsa olmaz koşullar arasına eklenecek. Standartları belirleyen pazarı da kontrol edecek.
Atlantik’in iki yakasında biçimlenmekte olan yeni üretim ve ticaret bölgesi ile birlikte bir an önce adım atmammız gereken bir sürecin içindeyiz. Değişeni idrak etmekten korkmazsak Gümrük Birliği’nde olduğu gibi ‘Yeşil Mutabakat’ süreci de sanayimizin dönüşümü ve gelişimi için kullanılabilir. Doğru adımı atarsak imkânlar alanımız genişleyecek, yanlış adım da ısrar edersek imkânlar alanımız daralacak.